Sunday, April 1, 2012

ZÜRİH - Swiss-tastic 2

Bir süpermen gücüne sahip olaraktan uçaktan indiğim dakikadan itibaren koşturmaktan ilk defa bilgisayarımın başına oturabildim. Dün konuştuğum kişiler arasında 'eee hadi Zürih'i yazmadın' diyenler; 'internet yokmuydu orada aşkolsun yazmadın' diyenler hayli fazlaydı. Bende görevimi idame ettirmek üzere uyanır uyanmaz bilgisayar başına geçtim.
Fuarımızı sağ salim atlattık, evimize yuvamıza döndük.. Dönüş ki ne dönüş, bavulu bir açtım gittiğim her yerden, girdiğim her çikolatacıdan, marketten, havaalanlarından çikolataları alıp alıp atmışım bavula. Aman allahım hatırlamayorum bile onlar ne ara bavula girdi. Bavulumu açıp çikolataları önüme yığdığım anda 'eyvah' dedim. Önümde 2 aylık bir diyet var ve ben bunlarla aynı çatı altında nefes alıp vereceğim. Hediye olanları ayırıp, kendiminkileri itina ile gözden ırak bir yere sakladıktan sonra oturup derin bir nefes aldım. Evde aynı çikolatayı sevmeyen 2 insan hem kolay hem zor. Örneğin diyetteyseniz eşinizin sadece bitter çikolata yiyor olması bir dezavantaj, zula size kaldı demektir. Bu çikolata mevzusunu da amma uzaattın demeyin çünkü son 4 gün boyunca yaşadığım muhabbetler şunlar:
Hazırlık öğrencilerim mail atıyor; 'hocam bize isvicre çikolatası getirmeyi unutmayın'
Eski okulumdan öğrencilerim tweet atıyor 'hocam çikolata getirin luuuttfeeeennn'
Kitap kulubum desen zaten adı 'choc-o-book club' getirmesen olmaz.
İş arkadaşım mesaj atıyor 'sakın bana çikolata almadan dönme'
Bölüm başkanım 'sokakta ısıra ısıra çikolata yiyorum tweetime cevap yazıyor 'jealous in İstanbul!'
Başka bir arkadaşım whatsApp'tan mesaj atıyor 'çikolata almadan gelme'
Dostum mesaj atıyor 'orda ne yiyeceksen ye, buraya geldiğin an diyettesin'
Ben ise seyahat boyunca kibar kibar bu ve benzeri iletilere cevap yazıyorum. Eski okulumdan öğrencilerim 'Kıskanıyoruuzz bizi götürmediniz böyle yerlere' yazıyor. Ona da rüşvet teklif ediyorum 'çikolata?' 'olluuuuur' diyor. İşte tüm bu muhabbetlerden sonra birde uçağımız 3 saat rötara girmez mi? Al sana 2 katlı Zurich Airportta ne yaparsan yap! Lindt shop, tam bir cennet, Paskalya'nın da yaklaşması ile rengarenk tavşanlar, yumurtalari bahar temaları ŞA-HA-NE. Bu arada çocuklarla kendimizi kaybediyoruz, hepimizin elinde bir sepet, herkes birbirinin sepetine bakıyor 'acaba daha orjinal bir çikolata var mı?' diye. Diğer alabileceğimiz şeyler gayet sıkıcı; çakı, inek sesi çıkaran bardaklar, envai çeşit hediyelik, magnetler çakmaklar, nutella temalı, inek temalı tshirtler...
İsviçre bu mu derseniz, evet bu!
Belki 2-3 alışveriş yaparım hayalleri ayneeenn çöpe.
Fiyatlar fahiş. Dünyanın en pahallı şehri seçildi Zürih biz gitmeden 2 hafta önce. Zaten biliyorduk, kimseye kaptırmıyordu zirveyi. yediğiniz içtiğiniz giydiğiniz herşeyi 3 ile çarpın, alın size İsviçre.
Yazın Lugano gezimiz sırasında 40 tl ye bir burger king menu yediğimde biraz uyanmıştım işe ama acaba Lugano turistik yer diye mi pahallı dememe kalmadan, Milano'ya geri dönmüştük.
Bu kez farklı, orada 4 gün yaşadık. Pahallılığı her an hissettim. Hafif boğazım ağrmaya başladı, gidip bir Nurofen alayım dediğimde, bizim 3 liralık Nurofen'e 50 Tl verdiğimde, bizim 2 liralık mcflurry dondurmayı 15 tlye yediğimde, küçük boy Starbucks latteyi bile 15 Tl'ye içtiğimde, en ucuz buzdolabı susunun 25 Tl'den başladığını gördüğümde anladım. Şehir pahallı! Çocuklar programlarının bir parçası olarak holdingler gezdiler, UBS, Microsoft vb. Hemen maaşları sormuşlar, ortalama maaş 4500 franc demişler şehrin genelinde. Maaşlar yüksek, işsizlik yok! Yani kısacası burada yaşabilmek için ancak burada çalışmak gerekir. Burada yaşam ucuz olmadığı için Avrupada görmeye alışkın olduğumuz evsizler, göçmenler neredeyse hiç yok.
Külçe altınları, banka hesapları ile meşhur bir şehirden de aksi beklenemez.
Belirtmekte fayda var Swiss Franc Eurodan daha değerli. Çocuklar bunu görünce hemen bizim ürünün fiyatını arttırdılar. 'Hocam bu şehirde 10 franca ancak bir çakmak alıyorsunuz, biz bunu iyisimi 20 franc yapalım fiyatını.
Ürünümüze gelince, kedi-köpekler için bir ilkyardım çantası tasarlamış çocuklar. Üzerinde pati resimleri olan rengarenk çantalar. İçerisinde ise baticon, sargı bezi gibi bir çok ilk yardım gereci var.
Bir yarışmaydı bu aynı zamanda. Standımızı kurmamız için 1 saat verdiler. Çocuklarımının hepsinde doktor kıyafeti, önlüğü, steteskopu, ellerinde patisi sarılı peluş oyuncaklar vardı. Satış tekniklerini, stratejilerini ve girişimciliği öğrendikleri bir program bu. Şirket kurup, ürün tasarlayıp dünyanın 4 bir yanında yarışmalara katılıyorlar. 550ye yakın öğrenci katılmıştı yarışmaya. Çocuklar bütün gün ayakta ürünlerini tanıttılar gelen geçen herkese. Tren garında olduğumuz için kim jüri kim yolcu belli bile değildi. Ben ara sıra gidip Starbucksta kaçamak yapıp oturmama rağmen günün sonunda ayaklarımın sızısından anladım ki fuarcılık çoook zor iş. İş gereği fuarlara katılan arkadaşlarıma mesaj attım 'önünüzde saygıyla eğiliyorum'.
Gezmesi, tozması, fuarı derken seyahatimizi bitirdik. Bize yadigar kalan; göl kenarında yürüyüşlerimiz, nehir kenarında oturup saatlerce şehri izlediğimiz sıcacık güneşli anlar, annem sayesinde kıyı kıyı dolaşıp şehirdeki bütün ördek kuğuları beslememiz, alışveriş caddesinde girip çıktığımız bütün mağzalar, Katedral, eski şehir ve daracık sokakları, saat kulesi, şahane cafeleri, içtiğimiz en güzel kahveler, yediğimiz en güzel çilekli tartlar, applestrudeller, adım başı mis kokulu kek, bretzel gibi onlara has yiyecekler.
Şehrin bize yaşattığı hayalkırıklığı ise; sadece ve sadece Almanca konuşmaları, İsviçreli kavramını yok edip Almanlaşmış olmaları, sert, katı ve soğuk olmaları; annemin 'bir St Bernard' göremeden döndük diye üzülmesi, şehrin mimarı yapısının göl kenarından uzaklaştıkça bozulması, ve iç karartıcı mahallelerde yaşamaları..
Her seyahatten olduğu üzere yine 'İstanbul gibisi var mı?!' diyerekten döndük.
İşte böyle geçti bir İsviçre seyahati daha ve bir okul gezisi daha sağ salim atlatıldı..

Mutlu mutlu evimize döndüğümüzde hala gözümün önünde uçuşan Lindt tavşanları vardı, Paskalya için getirilmiş ve bir süpermarkette çektiğim bu kasa kasa tavşanların tümünü yüklenip, öylece odamın en güzel yerine koymak isterdim.
Ama halen önümde vermem gereken 7 kilocuk var:)
Bakmaktan gayri yapacak birşey yok..
Havaalanında görüp, aldığımı hayal ettiğim 5 kiloluk Nutella kavanozunun içinden sevgiler;
İrem

No comments:

Post a Comment