Sunday, July 22, 2012

Kalple hareket ederken yediğin kazıkları mantığınla toplama

Gözümü kırpmadan tavanı seyrettiğim şu meşhur jet-lag gecelerimden birinde birden aklıma geldiği gibi bir defter kalem kaptım ve listeler yapmaya başladım. Hayatımdan çıkması gerekenlerin listesi, çıkmasa da olur ama artık daha fazla yardım edilmeyecekler listesi, sevgiyle sarılınacaklar listesi, mutluluklar listesi, değişmesi gerekenler listesi derken garip garip isimleri olan bir sürü listem oldu. Sonra tesadüf bir arkadaşımla mesajlaşıyordum geçen günlerden birinde. Bana birşey ile alakalı dert yanarken bende ona listelerimden bahsettim. Meğer onunda varmış listeleri. 'Biz de kocamla oturup listeler yapıyoruz' dedi. Mesela 'Bir daha görüşülmeyecek arkadaşlar' 'özel günlere gelirlerse gideriz' gibi çok espirili şeyler yazdı bana. Ne kadar komik te dursa aslında bu listeler hayatla başedebilme klavuzları hatta hayatın acı gerçekleri ile eğlenerek başa çıkabilme listeleri.
Tabi iş bu listeleri hayata geçirebilmekte. Ben yanlarına sebepleri ile yazdım ki unutmayayım niye yazdığımı diye. Malum son zamanlarda çok ilginç şeyler yaşadım, bazılarını yazdım burada, bazılarını yazmadım. İnsanları bunlarla boğup 'Amaann bununda derdi bitmedi gitti' desin istemedim birazda.
Geçen gün bir arkadaşım çok espirili bir şekilde dile getirdi örneğin yazılarımı. 'Özellikle twitter'da haftada bir kez de olsa birine kafan atıyor, bakıyorum yazdıkça yazıyorsun, irem'in kafası yine birşeye atmış diyorum' dedi. Gerçekten farkettim ki twitter içimi dökme yerim olmuş.
Örneğin 'bir arkadaşlık en ucuz bir şekilde nasıl bitirilir?' başlıklı yazıyı yayınladığım gün100'den fazla kişi okudu. Bana gelen telefonlar, mesajlar, yazıda kendimi buldumlar, boşver takmalar.... Belliki bir çok insan benzer kazıklar yemiş, yiyor veya halen yemekte. Ve bellki bir çok insan kendinden birşeyler bulmuş. O zaman benimde hayatım dahilinde aldığım kararlardan bahsetmemde fayda var. Aslında tüm kararlar bir ana başlık altında toplanıyor. 'Sana değer vermeyenleri çıkar hayatından'. Çok büyük rahatlık. Ben birine değer vermişim, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemiş, onunla beraber oturup ağlamış, onunla beraber sevinmişim; sonra? Sonra bu insan kalkmış benim ona verdiğim değeri almış bir vazo misali, fırlatmış yere paramparça olsun diye. Ya da kısaca aramamış, sormamış, telefonlarıma çıkmamış, yalan söylemiş, geçiştirmiş, ayağına kadar çağırmış sonra geri çevirmiş, hastalığımda aramamış, zor günümde ortadan kaybolmuş, mutluluğumu asla paylaşmamış. Ben ne yapayım bu fazlalığı hayatımda? Onların vazoyu yere fırlatıp paramparça etmesinden daha etkili birşey buldum 'SİLMEK'. Temelli silmek. Telefondan silmek, resimlerini silmek, beyninizden silmek. Ve unutmak. Tüm yapılanları bir 'delete' tuşuna basar gibi silip atmak. Ve affetmek (bu kısımda henüz başarılı değilim). Ve küllerinden doğmak. Her yediğiniz kazık sonrasında daha da devleşmek.
Fedakarlık tek taraflı değildir. Tek taraflı ise sömürülüyorsunuz veya kullanılıyorsunuz demektir.
Hepimizin sevdiklerimiz için fedakarlık yapması gerekir. Tek taraflı affetmeler ileride daha büyük hasarlara yol açacağından bazen çıkılan bu çetrefilli yolda çelmelere rağmen dik durmalı ve tüm çelmeleri ince eleyip sık dokuyaraktan hayatımızın dışına paslamalıyız.
Çelme yedim, oturup ağlayayım belki biri elimden tutar da beni kaldırır düşüncesi, mizacı olmayan pasif insanlara yöneliktir. Çelmeyi yedim şimdi bir çelme de ben takayımcılar hırsları ve intikam hevesleri ile yaşadıklarından aslında sefil bir hayat yaşamaya mahkumdurlar. Çelmeyi yedim bak ne güzel bir ders daha aldımcılar ise hayatta her zaman bir yerlere gelenlerdir. Çünkü onlar başlarına gelen olumsuzlukları bir olumlamaya çeviren pozitif insanlardır aslında. Şimdi benim tam da burada eklemek istediğim bir şey daha var. Ben 3. grupta oldum hayatım boyunca, hep insanların odak noktası, gözlerinin önünde, dikkat çeken, konuşan biri oldum. Haliyle de çelme takan çok oldu. Ben ise şunu düşündüm hep: Çelmeyi yedim, aldım mesajımı şimdi köşeme çekileyim yerine, aldım mesajı şimdi hemen o yeri doldurulamaz sandığın insanı hayatından şutluyorsun ve yerine başka birini yerleştiriyorsun, ya da uzun zamandır yer etmiş ve daha çok hakeden birinin yerini genişletiyorsun. Daha çok hakeden birileri ise özel günlerde ve hastalıklarda ortaya çıkıyor. Son zamanlarda ikisini de yaşadık. Annemin ameliyatı öncesi, sonrası arayan 30 saniye bile olsa sesini duyurup kapatan, gönülden koşturan kişilerin sayısın azımsanacak kadar değildi. İşte en zayıf hastalık anında hissettiğin o ilgiye aç olma durumu, aranma isteği yok mu? İşte o istektir sana büyük kararlar aldıran, hayatını değiştirmene yardım eden.
Kalple hareket ederken yediğin kazıkları, mantığınla toplaman hayatın sana sunduğu dramanın bir parçası. Kalp demişken şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Geçen gün beraber kahve içtiğimiz ve ilk kez benimle tanışıp uzun sohbet etme fırsatı bulan ve aynı zamanda eski bir velim, çok tatlı, deli dolu bir hanım bana kahve falı bakıyor. Kahve falı dediğime bakmayın, elinde fincan bile olmadan okuyor resmen. O kadar çok lafın arasında birşeye çok takıldım. 'Kocaman bir kalbin var, ve her yerde her koşulda devamlı kalbin ortada' dedi. 'İş yerinde de, evinde de, arkadaşlarınla da her daim kalbini alıp ortaya koyuyorsun dedi. O an gözümde canlanan imge elimde taşıdığım kocaman peluş bir kalp diyelim. Ve evet, ben onsuz hiç biryere adımımı bile atmıyorum. Bir yandan iyi bir şey çünkü yemek yaparken bile kalbimi koyuyorum ortaya. Bir yandan kötü çünkü iş yerimde en ufak birşeye kalbim kırılabiliyor ve içerleyebiliyorum. Halbuki bu kadar herşeyin içinde olmasa belki daha gamsız, kedersiz biri olabilrdim. Ama yaratılışım böyle. Bazı yerlerde mars olmuş koltuğumun altına kalbimi almış gidiyorum, bazı yerlerde yere fırlatılışını izliyorum, bazı yerlerde içeriden çatlamasını.. İzleyip hemen onarıma geçebiliyorsam ne mutlu bana. İzleyip müdahale edemiyorsam 'yürü kalbim gidelim buralardan, bize ekmek yok buralarda...'
Sizinde tüm fazlalıkları hayatınızdan çıkarmanız dileklerimle,
Sevgi dolu bir kalp ile kalın...
İrem...

No comments:

Post a Comment