Saturday, January 5, 2013

Haftasonu Roma kaçamağı..

Madem Roma'ya kadar gittik blog yazmadan geçmek olmaz. Roma'ya gitmemiş olanlar ve ya bu yazıyı rehber olarak kullanacak olanları en baştan uyarayım: Biz tarihi ve turistik yerleri 4 sene önce altını üstüne getirip, gezip bitirdiğimiz için bu yazı sadece Roma'da yemek içmek ve sokaklarında boş boş dolaşmak üzerinedir.
Yılbaşına ve o geceye ait tüm kutlamalara inancım olmadığı için 'madem bulduk 4 günlük tatili, haydi bir yerlere kaçalım' diyerekten bavulu hazırlayıp hurra diye Roma yolunu tuttuk. Hava alanına adımımızı attık ki mahşer yeri. Meğer herkes bizim gibi 4 gün tatili bulduğu gibi kaçma derdindeymiş. Tanıdıklarla karşılaştık, yakın arkadaşlarımla duty free'de dolanıp, beraber kahvaltı bile ettik, sanki komün halinde hiç ayrılmamışız havası vardı.
Uçağa bindiğim anda açılan uykum ve cin gibi bakınan gözlerimle bir film seyretme kararı aldım. Şimdiye kadar istisnasız her bindiğim uçağı kendime zehir etme gibi bir huyum vardır ki yaşasın.
En son uçak yolculuğumda Marley ve Ben filminde ölen köpeğe ağladığım için Paris'e şiş ve buğulu gözlerle inmiş, gözlerimin buğusundan bavulumu bile tanıyamamıştım. Barcelona'ya uçarken anne ve babasını küçük yaşta kaybeden balık Nemo'ya o kadar üzülmüş olacağım ki deniz ürünleri bol şehirde balık yiyememiştim. New York'a giderken II. Dünya Savaşındaki malum konu ile ilgili bir film izlemişim ki yol bana zehir olmuştu. Veee gel gelelim en son seyahatimize. Önce Abraham Lincoln'un vampir avcısı olduğu iddia edilen bir korku filmi ile başlayıp, 15. dakikada filmi değiştirip yine hayatımı kaydıracak bir film olan Çağan Irmak'ın Dedemin İnsanları isimli filmini açmışım. Hangi göç hikayesi eğlencelidir ki? Hele ki evlerini zorla bırakmak zorunda kalan mübadele insanlarının hikayesi. Hıçkıra hıçkıra ağlar mı bir insan uçakta? Al işte yine zehir ettik bizim tatilin başlangıcını. Aferin İrem! Bir madalya takdim edeceğim kendime daha sonra.
İnmemizle bavullarımın çıkması bir oluyor, taksiye atladığımız gibi oteldeyiz. Otele çantaları attığımız gibi Roma sokaklarındayız. Hedef serseri mayın gibi boş boş gezinmek. Otelimizi özellikle İspanyol Merdivenlerine yakın tuttuk ki şehrin nabzını daha rahat tutabilelim. Sabah kahvemizi 150 yıllık meşhur El Greco'da içiyoruz. Öğle yemeğimizi en sevdiğimiz restoranlardan biri olan Alla Rampa'da. Sonrasında artık gelsin risottolar, gitsin ravioliler, somonu, tavuğu, kuzusu derken 4 gün bizim mideler bayram ediyor. Bu adamlar kahvenin en güzelini yapmayı çok iyi biliyor, doyamıyoruz lattelerini, sıcak çikolatalarını içmeye .
Navona meydanında Yılbaşı Pazar'ı kurmuşlar, süslere, şekerlemelere, çikolatalara sadece göz ile bakmak bile yeterli.
Pazar akşamı bir İtalyan aile ile geziyoruz onların misafiri olarak. 2 sene önce bir okul projesi sebebiyle gelip benim evimde 1 hafta misafir olmuş bir italyan tanıdığımıza geleceğimizi haber vermiştik, onlar da bizi yemeğe çıkarıyorlar. Nezaket kurallarını çok seviyorum. Biz onlara lokum, Türk kahvesi gibi tatlardan götürüyoruz, onlar bize İtalyan hediyeleri getiriyorlar. Önce bizi Hadrian tapınağı manzaralı bir bara götürüp aperatifler ısmarlıyorlar, daha sonra Pantheon yakınlarında bir Fransız-İtalyan restoranına götürüyorlar. İtalyanların yemek adetlerini bilenler bilir. 9.30'dan önce yemeğe başlanmaz ve gece yarısı 12 gibi sofradan kalkarlar. Bol sohbetlidir yemekleri. Mutlaka önce başlangıç alırlar, ardından 'primi piatti' 'secondi piatti' yani birinci ve ikinci tabak diye devam ederler geceye. Mutlaka ev yapımı şahane şarapları vardır masada. Ben ilk tabakta doyduğumu söyleyince çok üzülüyorlar, olmaz illa yenecek o ikinci tabak. Yemek bitince mutlaka kahve yanında Tiramisu ve ya krem-brule yenilecek.
Sıcak insanlar vessalam. Bizim gibi candan ve samimi insanlar. Onlar adresi bulmaya çalışırken daracık Roma sokaklarından kaybolmuş olmamız bile müthiş bir deneyimdi bizim için.
Yılbaşı günü gelip çattığında sokaklar normalden kat be kat fazla kalabalık, hatta adım atılmayacak durumdaydı. Sokakta soba başında yediğimiz güzel bir akşam yemeği daha sonra bizi Roma sokaklarına bıraktı. Aşk çeşmesi, İspanyol merdivenleri ve esas kutlamaların olduğu Piazza Popolo. Bütün gece havai fişekler susmadı, göçmenler sabaha kadar yanar dönerli kulaklıklar, ıvır zıvır yılbaşı süsleri satmaya devam etti, hayat aktı gitti. Saat 11 civarında annem yeni yılımı kutlamak için aradığında Türkiye çoktan yeni yıla girmiş, ama bizim daha 1 koca saatimiz vardı. Geçen yılbaşında yazdığım yazıyı hatırlarsınız, kime göre ve neye göre yılbaşı?
Yılbaşının ertesi günü kahvaltı sonrası attık kendimizi sokaklara, yine iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık. Avare avare dolaştık, hatta alışveriş bile yaptık. Ana mağzalar kapalıydı ama yinede açık olan  dükkanlarda sayıca fazlaydı.
Tatilimiz sona erdiğinde ağzımıza bir kaşık Roma çalınmıştı ki bu da uzun bir süre bize yeterdi. Keyifli bir haftasonu geçirmiş olmak tüm yılbaşı yemeklerine bedeldi.
Dönüş uçağında da artık akıllanmış olacağım ki direk bir komedi filmi koydum, yarı uyukladım, yarı izledim, ertesi gün işe gitmem gerektiğini hiç düşünmedim taa ki eve 2'de yatıp 6.45'te çalan alarma uyanana dek.
Çikolata alma işini yine biraz abartmış olacağım ki, alıp alıp unuttuğum çikolata yığınları ile karşılaştım sabah. Bizim ev yine çikolata fabrikasına döndü bisküvisinden sürme çikolatasına kadar. Bekleriz çikolatalarımızı paylaşmaya.
Durum budur arkadaşlar;
Sevgiler;
İrem





No comments:

Post a Comment