Tuesday, August 27, 2013

Bebekli hayat ..


Çok değil bundan 15 gün önce evimize, aramıza, ailemize bir minik birey daha katıldı. 9 ay boyunca karnımda taşıdığım, son haftalarda annesine tekmeler atan o minik eller ve ayaklar artık bizimle.
Şaşkınız... Hala inanamıyoruz.. Bu minik şey bizim mi şimdi?

DOĞUM ÖNCESİ:
Minik Sarp'ımız 12 Ağustos günü saat 09.40'ta Acıbadem Maslak Hastanesinde sezeryan ile dünyaya geldi. Amelyatımızı saat 10.00'a ayarlamıştık, biz o esnada odanın süsü, püsü, insanlara ikram edilecek çikolatalar ile oyalanırken bir baktık 09.20' de ameliyathane hemşireleri kapıya dayandı. 'Hastayı almaya geldik'.
O an beni aldı bir panik, bir telaş.. İşte şimdi yandık. Bunun kurtuluşu, dönüşü yok, bu bebek bu göbekten çıkacak. Fotoğrafçım Ayça koşturuyor panik içerisinde. 'Ama erken geldiniz, resim çekemedim' diyerekten. Annem babam ağlıyor. Anneannemi almış bir baş dönmesi çakılmış kalmış koltuğa. İki can yoldaşım arkadaşım yanı başımda mutlular. Beni odadan alıp çıkardıkları anı yarım yamalak hatırlıyorum da.. İçimden kendime telkin veriyorum 'ağlamayacaksın İrem, güçlü olacaksın, mutlu gözükeceksin o fotoğraflarda!' Beni asansöre bindirdikleri an yanı başımdaki herkes panik ve mutluluk gibi duyguları karmakarışık yaşıyorlardı. Beni ameliyathaneye uğurluyorlar, el sallıyorlar.. Ve kapılar kapanıyor...

DOĞUM:
İçeride beni güleryüzlü hemşireler ve anestezi doktorum karşılıyor. Özellikle Epidural tercih ettiğim için bayıltmayacaklar beni, herşeyi önceden araştırdım, soruşturdum, okudum, öğrendim. Zaten bundan 4 ay önce yakın arkadaşımın doğumunuda bire bir şahit olduğum için tecrübeliyim, içeride başıma gelecekleri biliyorum. Beni oturtup, omurgamın doğru posizyonu alması için kafamı eğmemi istiyorlar. 'Şimdi bir soğukluk hissedeceksin, tentirdüyot sürüyorum' diyor doktorum.. İnanın o kadar, gerisi acısız sızısız bir uyuşma anı. 'Ayaklarına sıcaklık gelecek korkma' diyorlar. Biraz korkuyorum. Dişlerim titremekten birbirine vuruyor. Ameliyathane mi soğuk? Yoksa ben mi korkuyorum? Artık hepsi birbirine karışıyor. Herşey 5 dakika içerisinde oluyor. Doktorumun sesini duyuyorum, rahatlatıyor beni. Dünya tatlısı bir doktora denk geldim, şanslıyım. Profesör Tansu Küçük. Kendisinin eşi de bir hafta sonra doğum yapacak. O yüzden 9 ay boyunca içim pek bir rahattı, doktorum nasıl olsa yanı başımda hiç bir yere gitmez diye. İşte o güven geri geliyor onun ameliyathaneye girişi ile. Önlüğü, maskesi ile pek bir ciddi gözüküyor. O anda aklıma eşim ve fotoğrafçım geliyor. Hani benim yanımda olacaklardı? Nerede kaldılar derken içeri giriveriyorlar. Eşim yanı başımda 2-3 dakika duruyor ya da durmuyor, karnımın bir an boşaldığı hissi geliyor. 'Yok canım bu kadar çabuk değildir' derken bir Vraklama sesi.
Evet, gerçekten Vraklıyor bir şey. 'Ne oldu? bebek mi geldi?' diyorum. Eşim şaşkın..
'Kurbağa mı doğurdum o ses nedir öyle?' diyorum. Doktorum gülüyor ve 'Oğlun üzerime çişini yaptı.' diyor. Aradan 1-2 dakika geçmeden Sarp'ı sımsıcacık bir havluya sarılı bir şekilde koynuma getiriyorlar. Müthiş bir an! O kadar sıcak ki.. Bol bol öpüyorum, kokluyorum. Tam alıp götüreceklerken 'Ne olur geri getirin' diyorum. Biraz daha öpüyorum.
Sonra eşim, Ayça ve bebek çıkıveriyor dışarı. Bende kendi başıma kalıveriyorum.
O arada doktorum miyom gördüm, bunları temizliyorum dediği için bir yarım saat ayık vaziyette orada yatıveriyorum. Aklım yukarıda.
Şimdi bebek ne yapıyordur? Beni arıyor mudur? Annem babam beni merak ediyordur. Bu miyomlar nereden çıktı şimdi? Ameliyat uzadı diye beni merak edecekler şimdi. diye düşünüyorum.
O esnada hemşirelerin hayat hikayelerini dinliyorum, çalan iphonelar, dedikodular gırla gidiyor. Anestezi doktorum her an başımda, 'biraz uyutayım mı seni?' diye soruyor 2 kez. Kesinlikle istemiyorum. Aklım bebekte, bir an önce yukarı çıkıp emzirmek istiyorum.
Ve mutlu son...
Geçmiş olsun İrem, bittii diyor bir ses.
Yaşasın, artık bebeğe kavuşabileceğim..

DOĞUM SONRASI:
Yine aynı asansör.. Bu kez kimse yok yanımda, kapı bir açılıyor herkes kapıda beni bekliyor.
Annem, babam ağlıyor.. Arkadaşlarım bebeğin güzelliğini anlatıyorlar. Bir cep telefonu tutuşturuyorlar elime, bebeğin resimlerini gösteriyorlar. Odaya girdiğimiz an kavuşma anına bir adım daha yaklaştığım için çok mutlu oluyorum. Sarp'ı Yağmur hemşiresi getirip kucağıma bırakıyor. Artık anne-bebek bağlanma anı. İlk emzirmemiz biraz savaştan çıkmış gibi geçiyor. Hatta ikinci ve üçüncü de öyle.
Akşamüzeri saat 16.00 civarı hemşireler kapıma dayanıyor. 'Haydi bakalım ayağa kalkma vakti, çok yattık.' İlk ayağa kalkış için hiç fena değilim, bacaklarımın uyuşukluğu çözülmüş, odanın içierisinde 2-3 tur atabiliyorum. Aferini kapıyorum hemşirelerden. '2-3 saat sonra tekrar gelicez, bu kez koridora çıkacağız' diyorlar. Kapımdaki ekranda kocaman 'Dikkat düşme riski olan hasta' yazıyor. Kim demiş düşme riski diye, gayet güzel koridor turumu da atıyorum. Mutluyum..
O gece hiç uyumuyorum. Hep Sarp'ı seyrediyorum. Hala inanamıyorum bize nerelerden geldiğine.
Bir gece öncede heyecandan 1 saat uyumuştum. 48 saatte toplam 3-4 saat uykuyla durduğumu farkediyorum ama yine de huzurluyum. 9 ay çektiğim sıkıntılar birden mutlu son ile bitiverdi. İlk aylarda ki mide bulantıları, kusmalar.. Son aylarda ki oturup kalkamamalar, yatamamalar, nefes alamamalar.. hatta doğuma 7 gün kala yakalandığım grip (!!) Herşey bitti. Göbeğim de indi.. Artık kimse ayağımın altına yastık taşımayacak, kimse canım çekti diye ağzıma yemekler tıkmayacak. Bir garip hüzün ve bir garip heyecan. Karmakarışığım...
Hastanedeki ikinci günümde daha keyifliyim. Sabah duşumu alıyorum, daha güzel bir gecelik giyiyorum, makyaj yapıyorum, kırmızı tacımı takıyorum. O gün gelen giden çok oluyor, odam hiç boş kalmıyor. Çikolata getirenler, hediye yollayanlar.. Kendi başıma ayağa kalkabilmek büyük lüksmüş.
O gün Sarp'ın sünneti var. Sünnet öncesi bir güzel yıkanıp paklanıyor oğluşum, bize de öğretiyorlar nasıl yıkayacağımızı. Sonra uyuşturucu kremini sürüp Profersör Gonca Tekant'ın ellerine teslim ediyoruz Sarp'ımızı. 1 saat içerisinde aynen yolladığımız gibi horul horul uykuda geri geliyor. Bu iştende kurtulduk.. Sarp ta kurtuldu...
O gece canım sıkıldıkça kalkıp yürüyorum koridorda. İkinci gecemde de uyku yok..  Hemşireler uykusuz olduğum için Sarp'ı alıp götürüyorlar 3 saat kadar, ve uyumamı istiyorlar. 2'den 5'e kadar uyuyorum, hemen gidip Sarp'ı geri istiyorum bebek odasından. Yalnız kalsın istemiyorum. Ağladığında yanında ben olayım istiyorum.
Kıyamıyorum onu yalnız başına bir odada bırakmalara. Annelik böyle birşeymiş.
3. günümüzde hastaneden taburcu ediliyoruz. Korkmuyor değilim. Hastanede zile bastık mı hemşire ablalar gelip altını üstünü değiştiriyor bebeğe bakıyorlardı. Ya şimdi? Eve çıktığımız anda Sarp'ın tüm sorumluluğu bizde.. Hastane odamızla vedalaşıyor, süslerimizi topluyor, bavulumuzu kapatıyor, Sarpımızı da taşıma koltuğuna attığımız gibi arabaya biniyoruz ve evimize doğru yola çıkıyoruz.
14 Ağustos, eşimin de doğumgünü o gün.. Yeni yaşamımızın ilk günü...


HOŞGELDİN BEBEK... EVİMİZE NEŞE GETİRDİN...

'Anne olunca anlarsın' derdi annem hep. Hepimizin anneleri bu cümleyi kurmadı mı? Biz ne tepki verdik? Bazen 'he' dedik geçtik. Bazen 'aman bu annem yine duygusala bağladı' demedik mi?
ANNE OLUNCA ANLADIM ANNECİĞİM..
Alt dudağını titreterek ağladığında, içinden bir parça koptuğunu..
Gaz sancısı tuttuğunda, bütün ağrılar sızılar bana gelsin diye dua ettiğini..
Acıktığında 3 saniye az ağlasın diye elinin ayağının birbirine dolaştığını..
Sarılığı çok yükseldiği için topuğundan defalarca kan alınırken içeride duramayıp kapıda hüngür hüngür ağlandığını..
Uykusunda nefesini dinlediğini...
Mık dediği anda en derin uykulardan uyandığını...
Elinde olsa hiç uyumasam da 24 saat onun yanı başında olsam dendiğini..
Gece uykularından seve seve vazgeçildiğini...  Anne olunca anladım Anneciğim.
Bundan böyle tüm evlat yetiştirmiş annelerin önünde saygıyla eğileceğim. 7/24 verilen müthiş bir emek var ki ortada, hakkı asla ödenmez.
Bu arada babamız ne yapıyor? Yardım ediyor elbet. Geceleri bizimle uyanıyor, banyosuna yardım ediyor, steril işlemlerimizi yapıyor (ki en çok vakit alan işlerden biri),  gaz çıkarma işlemimize yardım ediyor. Ama bebek ağladığı anda yapabileceği tek şey 'Al annesi' diyerek kucağıma bırakmak. 24 saat enerjik olmam lazım, sabırlı olmam lazım, huzurlu olman lazım. Hiç stressiz bir hayat yaşamak lazım. Ben huzursuzsam bebekte huzursuz. Bu yüzden sakin bir hayat yaşamak için elimden geleni yapıyorum. 3 saatte bir yaygarayı basarak uyanıyor. Uyandığı anda meme emmek istiyor. Tekrar uykuya dalması 2-3-4 saati buluyor. onu tekrar uykuya yatırdığım an hayatımda kazandığım en büyük zaferlerden biri inanın kariyer mariyer palavra.. Tekrar uyuduğunda ise biliyorsunuz ki kişisel işlerinizi yapmanız için 3 saatiniz var. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşi üçgenini düşünürseniz önce yapmam gerekenler :
Uyku (idare edilebilir, ama uyku yoksa huzur da yok süt te yok)
Yemek (Açlıktan kırılıyorum, yemek yemem lazım yoksa süt olmaz)
Duş (Emziririken korkunç ter döküyor ve susuz kalıyorsunuz, sauna girmiş gibi) Hijyende önemli.
Süt Sağmak( bunu yapmazsam da süt yok, Allahım çıldıracağım)
Sosyalleşmek ( telefonumdaki mesajlarıma bakmak, arayanlara geri dönmek, facebooka girmek..)
Şanslıysam önce yemeğimi yiyip sonra biraz uykuya dalabiliyorum. Bebek tam doymamış ise veya gaz var ise ben tam banyodayken basıyor yaygarayı. Her seferinde banyodan apar topar, saçlarımdan şıpır şıpır sular inerken fırlıyorum. Sanki duşa girmemi bekliyor ağlamak için. Olsun buna da şükür.
Günlerdir kafamda olan bu yazıyı da uykuya tercih ederek yazıyorum.
Hatta bugün benim DOĞUMGÜNÜM... Ben bir yandan süt sağarken, bir yandan bu yazıyı yazabiliyorum. Bu arada bebeğin uyanma saati de yaklaşıyor ve bende yavaştan acıkıyorum, facebooktan ise devamlı doğumgünü tebrik mesajları geliyor, daha hiç birine bakamadım bile.
Varsın olsun.. O benim minik hediyem..
O benim hayatım.. O benim küçük zaferim ...
Eskiden bebek anneleriyle aynı ortama denk geldiğimde sadece bebeklerinin süt emmesinden, yaptığı kakanın renginden, gaz sancısından bahsederlerdi. O kadar itici gelirdi ki.. Eve gelip eşime anlatıp dalga geçtiğimizi hatırlıyorum. Büyük lokma ye büyük söz konuşma boşuna dememişler. Hele birde sarılığımız yükselince 15 gün boyunca tek aktivitemiz bebeğin kakasının rengini takip etmek oldu ve gazını çıkardığında alkışlar tutarak sevinmek.
Hoşgeldin bebekli hayat...

LOHUSALIKTAN NE HABER?
Lohusa çok itici bir kelime. İngilizcesi daha şirin 'baby blues' diyorlar. Ne kadar kibar bir isim takmışlar. Hangi dilde hangi ismi takarlarsa taksınlar ortada bir depresiflik söz konusu.
Eve çıktığım ilk gün tabağıma omlet koyduklarında bile ağlarken buldum kendimi. Sonra ninni söylerken ninninin sonu gelmeden Bööö diye ağlayabiliyordum. Doğum resimlerime bakamadım ilk 5-6 gün. Her misafire televizyona yansıtıp resimleri açıyoruz, ben kafamı çeviriyorum, bakamıyorum.
Yavaş yavaş o yoğun duygusallığı attım üzerimden. Bunun ilacı da dışarı çıkmak oldu benim için.  İlk gezmemiz bebeği 8. gününde anneme bırakıp arkadaşımızın doğumgününe çıkmak oldu. Her ne kadar yemek boyunca elimde cep telefonum Sarp'ın resimlerine baktıysam da, dışarı çıkmak güzeldi..
Sonra ertesi gün yine anneme ve kayınvalideme bırakıp markete çıktık. Bebeğin 10. gününde artık onu da gezdirmek istediğimiz için, kendisini öğlen uykusuna yatırıp, pusetine attığımız gibi Bebek parkına çıktık, sahilde yürüyüş yaptık, yemek yedik bir restoranda..
Ve ertesi gün Beşiktaş'a dede ziyaretine gitti.. Daha da ertesi gün anneanne ve dedesinin Beykozdaki evlerine gezmelere gidip orada havuz başında uyudu da uyudu. Uyandı, emdi tekrar uyudu.
İşte tüm bu gezmeler bize çok iyi geldi. Eve bağlı değildik. İstediğimiz zaman gezebiliyorduk. Hem Sarp'a temiz hava aldırdık, gezdirdik, hem de anneyi mutlu ettik.

Şimdilik bizden bu kadar. Uykularımız biraz daha uzun soluklu olmaya başladığında daha sık görüşmek üzere...

Sevgiyle kalın..
İrem...























No comments:

Post a Comment