Monday, April 14, 2014

Bizim evin halleri -8. ayda son durum

Anne baba olmak farklı bir yaşam tarzını benimsemekmiş. Bambaşka bir dil konuşmak ve rüzgarı bambaşka yönlerden estirmekmiş.
Gece yarısı evde pijamaları çekmiş otururken birden fırlayıp 'haydi kalk bir şeyler atıştıralım' diyerek evden çıktığımız günler yok artık. Önce anneannemiz rezerve edilecek.
Bir restoranda otururken, cep telefonundan sinema seansına bakıp, beş dakika içinde elde patlamış mısır ile film izlerken kendimizi bulduğumuz günler de geride kaldı...
Süslenelim, giyinelim de bugün nerelerde gezelim başlıklı filmi önceden çok görmüştük...Cumartesi geceleri geç yattığımız, pazar sabahları geç kalktığımız günleri şimdi hayali bir perdenin ardından izlemekteyiz.
Ne zaman bir alışveriş merkezine girsek kendimizi direk bebek mağzalarında buluyoruz. Ya Sarp'a kıyafetler seçerken, ya da kavanoz mama çeşitlerini, yeni çıkan oyuncakları, ıslak mendil ve bez gibi ihtiyaç malzemelerini incelerken.
Evde, arabada, sokakta, duşta söylediğimiz şarkılar artık 'karşınızda miki fare, hopla ve zıpla lalala' isimli disney besteleri. Geçenlerde süpermarkette içecek reyonunun önünden geçerken 'dandini dandini' söylerken buldum kendimi. Utanmadım. Dile kolay, sekiz aydır ağzımda aynı melodi.
'Naynini naynini, hoppaalaa Sarpooş Hoppaalaa, tapşinn tapşiiinn' gibi melodiler de cabası. Birde büyük Türk icadı var ki tam başa bela. 'Tel sarar Sarp tel sarar'. Sarp niye tel sarsın artık Ipad çağındayız desekte yenik düştüğümüz o bebeğe tel sardırma sevdası kısaca şöyle açıklanabilir. Bebeğin karşısına oturulur, eller bir ampül takıyormuşçasına sağa sola döndürülür, bebek aynısını yapmaya başlar, ebeveynlerde 'ay yaptı yaptıııı' diye çığlık atarlar.
Evimizin baş köşesinde salıncaklar, yürüteçler.. Salonumuzun ta ortasında kocaman bir top havuzu.. Mutfağımızın ortasında bir mama sandalyesi ki her daim kenarından köşesinden mamalar akıyor. Üzeri desen oyuncak istifi.. Kap kacak, ziller, müzik çalan diş kaşıma oyuncakları, döndürdükçe komik sesler çıkaran vantuzlu oyuncaklar.. Birde evin her an her köşesinde yürürken üzerine bastığınızda vik vik diye ses çıkaran herhangi şeyler..
Banyomuz desen ortasında kocaman bir bebek küveti, içinde envai çeşit ördek. İçlerine su dolduğu için suya koyduğunda batıveren ucube ördekler.
Yatak odamız desen, halen odaları ayırmaya kıyamadığım için bebek odasının takımını bozup, kendi yatak odama taşıdığım heyyula gibi bir karyola. Baş ucumda emziği, bezleri, ıslak mendili, su bardağı. Ve en önemlisi sabah uyandığında oynaması için bik bik ses yapan oyuncaklar. Son zamanlarda favori oyuncağımız bir arkadaşımızın hediyesi bir org. Sabah 7.00 itibariyle yatağımıza teşrif eden bir org ve orgu vurarak çalması için gerekli batonlar.
Cumartesiymiş, pazarmış farketmez.. Her sabah saçları çekilerek veya kafasına bir çıngırak darbesi alarak uyandırılan ebeveynler olarak hala sabırla sabah 10'da uyanan bir bebek hayali kurmaktayız. Tamam 9'a da razıyız.
Sokağa çıkmadan önce birbirimize sorduğumuz sorular 'nereye gitsek? ne yesek acaba?' iken, artık sadece hararetle emirler yağdırıyoruz. 'Sen battaniye getir, sen emzik bul, ben de mama çantasını hazırlıyorum.' 'yedek kıyafet aldın mı?' 'Yanımıza hangi oyuncağını alsak?' Bu kadar net.
Eskiden cep telefonumuzu evde unutunca hayıflanıyorduk, şimdi mama kaşığı, biberon gibi şeyleri unutunca karalar bağlıyoruz.
Eskiden birbirimize yazdığımız 'aşkım, sevgilim' başlıklı kısa mesajlar şimdi kısaca 'Mickey Mouse'un dans edeni çıkmış, gördün mü?' formatına dönüştü.
Artık haftasonu oldu mu 'bugün hava süper, Sarp hava alsın' diyerekten aile mekanlarına yöneliyoruz. Yoldan geçenlerin 'ay ne tatlı bebeeekkk' yorumları; yaşlı teyzelerin 'Evladım, üzerini örtün bu çocuğun' öğütleri; eş dostun senin halini hatrını sormadan 'Sarp nasıl?' halleri yeni trendimiz.
Eskiden kırmızı alarm 'kahve bitti, şarjım bitti' iken; şimdi kırmızı alarm 'Hipp mama bitti, koş koş koş bir eczane bul'.
Mutfağımızın vazgeçilmezi Eti Cicibebe baş tacımız. Yanında istiflenmiş milupalar, yulaflar, kutu kutu penseler...
Eskiden bir restorana girdiğimizde etraftaki insanları inceler, ne giymişler şöyle bir bakar sonra menüden yemek seçerdik. Şimdi ise, önce mama sandalyesi iste, önüne bir ton oyuncak yığ, o oyalanırken ağzına mama tıkıştır, o oyuncakları yere atsın sen topla, garson abilerden bol miktarda peçete dilen, sağa dön sola dön, eğil kalk, alt değiştirme odası sor, o çığlık atsın sen etraftan utan, zar zor sustur, uyutmaya çalış, tam yemeğin önüne geldiğinde kucak isteyen bebeği alıp pış pış yap ve istisnasız her zaman (ama her zaman) yemeğin buz gibi olana kadar yiyeme. Yalan değil tam Sekiz aydır sıcak bir çay ve ya kahve içebilmişliğim bir elin parmakları kadardır.
Anne baba olunca yemekler her zaman soğur, çaylar her zaman dökülür, tazelenir..
Hayata dair hayaller ertelenir, spora, kuaföre, arkadaşlarına ayırdığın vakit yüzde 80 oranında azalır. Geceleri erkenden uyunur ki sabah 5'te seni uyandıran bebeğe enerjin kalabilsin.
Arabanın arka koltuğunu Römer isimli koca bir şahıs kaplar, el kadar bebe bu devasa koltuğun içine kurum kurum kurulurken, arkaya binen tek bir kişi ancak sığıştırır kendini. Bagajını ise Bugaboo isimli şahsiyet kaplamaktadır ki o da bebeğin gezme tozmalarda hayatını idame ettirmesini sağlayan pusetin ta kendisidir. Arabanın içindeki uzaktan kumandalı gölgelik şarkılar çalar, böylece senin power fm'i açıp saçlarını uçuşturduğun bekarlık günleri de yerini ninnilere bırakmıştır.
Tüm bunlara rağmen, tek başıma arabaya bindiğimde ister istemez arkaya dönüp baktığım, çocuk aynasından melul melul boş koltuğu dikizlediğim doğrudur.
Bir kez çocuklu hayatı tattın mı artık onlarsız olmuyor sanırım.
Uykusuzluktan Americanoları bardak bardak devirsen de...
Yorgunluktan kolunu kaldıramazken yine de çocuğunun palyaçoluğunu yapsan da..
Bu insan yavrusu ile 24 saatini geçirsen de...
Tüm bunları katlanılabilir kılan tek bir şey var;  o da annelik duygusu.
Koşulsuz, şartsız geliveriyormuş kendisi.
'Ben geliyorum' demeden, haber vermeden, kapıyı çalmadan sessizce içime, kalbime, beynime sokuluveriyormuş bu duygu.
Bizim bekarlık günleri de itina ile tavan arasına kaldırıldı, albüm aralarındaki resimlerde kaldı.
Velhasıl dostlar, anne baba olmak zor işmiş. Bunun daha ateşi çıkacak, hasta olacak, okula gidecek, okuma yazma öğrenecek, ıvırı zıvırı olacak.
Daha benim burada yazacağım binlerce şey çıkacak.. Biliyorum, hazırım...

Şimdilik sadece...  8. ayın kutlu olsun Sarpişko..





No comments:

Post a Comment