Wednesday, June 4, 2014

Hepi topu 10 aylık ama...

'Nefes al. Nefes ver. Nefes al. Sakinleş ve hayatın akışına bırak kendini'.
Kendime bu telkini yapmazsam çıldırabilir, kafayı oynatabilirim. 
Hiç kimse bana çocuk büyütmenin kolay olduğunu söylememişti. Tamam. 
Hatta ilk doğduğu aylar içerisinde 'oh bunlar en kolay günlerin' diyenlere dönüp 'bitap haldeyim, daha ne olabilir beni yoracak' dediğim de doğrudur. 
Aylar önce bir kafede bir baba ile tanışmıştık, çocuğu yeni ayaklanmıştı belli, zavallı baba ise çocuğun peşinden koşturuyordu. Bize döndü ve dedi ki: 
'Şunu unutmayın, çocuk gittikçe zorlaşır, hiç bir zaman kolaylaşmayacak.'
Tabi o zaman içimden 'Ne kötümser' diye etiketlemiştim kendisini.
Kendimce de teori geliştirmiştim. Özellikle ilk çocukta ne ile karşılaşacağını bilmediğin için ve her dönem bir yenilik getirdiği için zorlanıyorsun bence. Yoksa çocuk ayaklandıktan sonra ne zorluğu olacak canımm.. 
Bu konuşmamızdan iki ay sonra Sarp emeklemeye başladı. 
Koyduğumuz yerde öylece duruveren, yattığı yerde uslu uslu bizi seyre dalan bebek kişilik, birden prizlere parmak sokan, çekmecelerimizin içini açıp her ne bulursa etrafa saçan, kanapelere koltuklara tırmanmaya çalışıp tırmanamadıkça ağlayan bir başka bebek kişiliğe dönüştü. 
Yeni edindiği huy sayesinde her bez değişimi esnasında elimin altından 'pıırrr' diye uçtukça, bizde arkasından onu yakalamaya çalışan şapşal ebeveynlere dönüştük. 
Oda kapılarını bam güm vurmaya başlayan sevgili Sarp'ımız, tabiki de her seferinde elini, ayağını sıkıştırmaya, ve canı yanınca da avaz avaz ağlamaya başladı. 
Kitaplığımın alt raflarındaki tüm kitaplarımı on saniye içerisinde alaşağı ettikten sonra, alt rafları tamamen boşlatıp onun kendi kitaplarını yerleştirdim, Kırmızı Kelebek, Acıkmış Tırtıl, Sulu Şeftali gibi traji-komik başlıklı kitaplar neredeyse yirmi yıllık birkiminin arasında itişe kakışa yer buldu kendine. Bir hafta geçti veya geçmedi bu kez alttan ikinci rafları 'bam küt pat' diye alabora edip bir de Edebiyat Fakültesinden kalma, itina ile sakladığım bir post-modern romanımı da bir güzel selüloz haline getirdi. 
O an sadece bakıştık ve 'Haklısın Sarp, bende post-modern romanları sevmiyorum' dedim. O ise çoktan televizyon kumandalarını bulmuş, birbirlerine vurduruyordu. 
Kumandaları elinden zar zor kurtarınca evimizin 'agresif ama mecbur burnu sürtülmüş' zavallı kedisi Köpük'ün kuyruğunu çekmek üzere yola çıktı. 
Kedimiz yıllardır agresifliği, asosyalliği, ısırması ve tırmalaması ile nam salmış olmasına rağmen, bebekten sonra 'süt dökmüş kedi' deyiminin hakkını vermeye başladı. 
Çok fazla soran var diye söylüyorum 'Hayır, bebeğe kesinlikle bir zarar vermiyor.' 
Sarp onu köşeye sıkıştırdığında ise bizden medet umuyor. 
'Bakın pati atmıyorum, ama köşeye sıkıştım, gelin alın şunu başımdan' bakışı yerini can hıraş bir kaçışa ve kuytu bir köşeye saklanmak üzere yer arayan tırsak bir kedi bakışına dönüşüyor. 
Çorap çekmecemi kurtardım, kapıları vuramasın diye kapattık, kitaplıkta ki kitapları büyük ölçüde kurtardık, kumandaları sakladık, kediyi kuytu bir köşeye yolladık .. Peki ne kaldı geriye?
'Beyin gelişim oyuncaklarıymış, peh, bunlarla ancak beyinsizler oynar' diyen Sarp, başlıyor evin içinde yeni maceralar aramaya. Ne kadar ayakkabı, terlik varsa ağzına sokmaya; soğanlıkta ki patates ve soğanlarım ile tapşin yapmaya, su damacanamın tam suyun aktığı ağız kısmına asılarak ayağa kalkmaya çalışıyor. 'Yapma etme' dedikçe kendi seviyesinde bulabildiği torba, pet şişe, zeytinyağı tenekesi gibi ne kadar ev araç gereci varsa hepsini birbirine katıp bir de kahkahalarla gülüyor.
Nasıl olsa salona girmiyor diye hala aşağılarda özenle sakladığım şampanya kadehlerimden biri sizlere ömür. Niye? Sarp tapşiiinnn yapmak istediği için. (Şaka bir yana ev kazalarından ödüm kopuyor, hala pek acemiyiz o konuda'
'Bu bebek resmen bizimle alay ediyor arkadaş' diye hayıflanıyorum. Kendisini içine hapsetmeye çalıştığımız karyola, oyun bahçesi ve top havuzu gibi gereksiz şeylerin içine oturmaya tenezzül bile etmeyen, mama sandalyesini uzaktan gördü mü avaz avaz tepinmeye başlayan sevgili bebek kişi ile ne yapacağımızı bilmez bir haldeyiz.
Mama sandalyesine iki kişi insan gücü kullanarak oturttuğumuzda da, hiç bir şey olmamış gibi 'N'oluyo ya, ne kastırdınız, bakın oturuyorum işte' bakışına karşılık Ya Sabır'ları çekiyoruz. Geçen gün tam da hamaratlığım üzerimde, 'haydi iki tencere yemek atayım ortaya' diye mutfağa giriştim, Sarp'ta mutfağı, buzdolabını yağmalamasın diye mama sandalyesine bir güzel oturttum. Bir yandan kendisine sütlaç yediriyor, diğer yandan 'Ay ne güzel hem yemek yapıyorum hem Sarp'ı yediriyorum lalala' derken tam on saniye içerisinde olanlar oldu. Önce mutfak kapısına doğru uçan bir kavanoz gördüm, ardından havada takla atan caanım cicibebe bisküviler, ardından Sarp'a kaydı gözlerim, sütlaç kavanozunu bir güzel tepsisine boca etmiş, sıva yapar gibi, ellerini vuraraktan şap şup ... işte siz cümleyi tamamlayın.
Velhasıl kelam, bu emekleme, sıralama, taytay durma (bebek lisanı bunlar anlamayanlar annelere sorun) etapları pek zorluymuş. Düştü, kafayı vurdu, eli sıkıştı derken farkettim ki, Sarp'ın uymadığı 14 saatin beher saniyesini işte böyle geçiriyoruz.
Tüm bu sorunsalların üzerine bir de diş çıkarıyorsa al sana 'creme de la creme'.
Bir de peşinden 'aç ağzını yavrucuğumm haydi bak bu son kaşıık' diyerekten veya ellerin vıcık vıcık yemek yağı ve köfte olmuş halde bebeğin ağzına bir şeyler tıkıştırırken buluyorsun kendini.
Miki mouse gelmiş Sarp'ı öpmeyeee.. hebele lübele' gibi insanlık dışı lisanımız da cabası.
Haliyle benim kitap okuma ve yazma hızım şu aralar yüzde 10'larda.
Yavruyu sabahın köründe anneannesine iteleyip koşa koşa eve veya bir kafe'ye konuşlanıp yazmaya çalışıyorum.
Hayatımın bu 'pek zavallı' dönemini niye yazdım?
İbret-i alem. Okuyun, okutun dostlar.
Sevgiyle kalın;
irem


Geçen hafta yazlıkta coştu bizimki, havuz kenarında emekleyen tipler..

Direksiyon başında coştuğu anlar..

Kokoş Kız Bade'den ilk öpücüğümüzü kaptık :)

Bir elimde açma, diğerinde simit, önümde puaça.. Hepsini yerim.

İsttinye Park'ta ki halimiz, dün çekildi bu resim, Hijyen olayını bir ara konuşuruz.. :)














No comments:

Post a Comment